
SEYYAH CEKETLİ RÜZGÂR
Hızır bakışlı bir örümceğin serin nefesiyim ben
Şövalye ceketim silkelenir, haritanın sığ yerinde
Tozlara takılı yolların, ağır makyajı gibi kemirgen
Ülkesini yitirmiş bir atlas dillenir, deniz seviyesinde
Granitlere diktim, gurbetlere döşediğim dualarımı
Etnik bir güzelliğin sarışın kopyasında yaşarım
Arşa değdirir başımı, yosunla yıkarken ayaklarımı
Gökte nar bahçelerini sulayan, hayâl uygarlıklarım
Ben çıkmadım yola, kendimi keşifsiz yollarda buldum
Isırgan adımları gördüm ayaklarda, incindi kaldırımlar
Bir veda mektubunun, son paragrafında yoruldum
Şehir soslu günceleri, yüzüme çarptı yıldırımlar
Estergon çakmağında küllenen ateşti ilk yangınım
Zamanı püsküren volkanlara nişanlıydı yağmurlar
Gözüme çarpan her uğultulu manzaraya kırgınım
Alçak basınca paralel saatlerin, akrebinde dururlar
Dolgusu düşmüş köprüde, İpek Yolu'nun nazlı tozları
Hislerimin çarmıhına serdi, kavşaksız bir boşluğu
Nerde kaldı, târifesiz şifâmın oynanmış son kozları
Kim zorla yükledi hücrelerime, bu kılcal yolculuğu?
Bir gelinciğin boynunda mola veren doğum sancısı
Babil'in diri bahçesindeki asmalara değer sadece
Ah! bu seyyah başım, çoban yastığının yabancısı
Ayrılıkla demlenen şarkıları yola koyar her gece
Titreticek heyecanı ellerimi,çıkmaz sokaklı güllerin
Geçit vermeyecek patikalar, dizimde kalmazsa derman
Kabile kaçkını sevdaları, ansızın tutuşacak küllerin
Öyle çıkacak bulutlara, su buharında silkinen duman
Emanet kırılgandır, bunu ezbere bilir Cabar Kalesi
Yaşlı ardıcın sırtına dayar iklimler, bunalan mevsimleri
Akdeniz iklimlerinin gönlünü çelerken, bir kar tanesi
Göçebe nal izlerini akşamlarda tazeler, yaz resimleri
Kervanlardan kalma yorgunlukları, dağlarıma taşır kuşlar
Alevle sınanırken sabrım, sahilde Rodos'lu bir salıncak kurulur
Gözüne kum kaçmış gemilerin,şakağında dinlenen yokuşlar
Künyesi kayıp yengeçlerin, kronik ağrısıyla adalarda durulur
Kamyonlar ekmeğinin tuzunu taşır, bense yıllanmış baharları
Acısını sefer sayılarından çıkarır ay, nabzını tutar her ânın
Fûtursuzca kullanır oysa hayat, tek içimlik zamanları
Ben firârı olurum, istasyonları kollayan soyut bir mekânın
Ayağı kaymış vagonlarda sürüklenen hancı bekleyişleri
Gidecek yeri olmayan ağır yalnızlığımın şifresini kırıyor
Çamlıyayla beldesinde gönüllü kılavuz, kapıların kirişleri
Ardında hantal bir iskelet bırakan Aral'da haykırıyor
Islığımı çalan yar, pahasız düşlerimi doldurmuş valizine
Muhâcir gözleriyle, maviliğe bakan otel odalarında
Aklı ermez sırların, hasretin duraklarda tükenen dehlizine
Çıngırak sesleriyle yıpranır ayrılık, vuslat ovalarında
Anlatsam kim inanır, derinlerde kulaç atan rûyalarıma
Bir rüya ki, ince ayarı yapılmış yollarımda esner sınırları
Pasifik dokunuşları yörüngeme kopçalar mor tonlarında
Henüz doğmamış başakları okşayan kurakçıl tohumları
Kaç milyon ışık yılından geldim. kalmadı görmediğim diyar
Son vazifesi olurum şimdi ,Hicaz'dan kalkan bir cenazenin
Hatıra kırıntılarını toplasın artık, şu zaman denen ihtiyar
Düşsün gözaltıma saplanan ağrı, ağlayış koksun nâzenin
Sessizce ölürüm bir gün, o gün her şeyin bittiği gündür
Toplarım bana dair ne varsa, her nefesi her dokunuşu
Bilemez bir yolcu,gidişlerin mayası neden hep hüzündür
Yıldızları gözden çıkarır gök, aya bırakır son okunuşu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder