28 Ekim 2010 Perşembe

AYNA VE KATRE
Aynaların derinliğinde ihtişam katresi


Düşünceli bir bulut, hicab ederken kararmaya
Alçıda gibi durmaktan sıkılmışsa aynı zamanda
Sükunet divanında yargılanır, ihtilal davası
Eyüp'te soluklanan sabah, balansını yitirmiş günahlardan davacı
Zeval sarhoşu yenilgi, acziyetin fevkinde
Mağlubiyet sanılan zafer saatlerinde
Savaşçı bir akyuvar kesilir, kapıkulu süvarisi
Tek rengin baskın egemenliği, fethin yegane varisi
Gelincik kızılı sancağa imzalı, kan pulcukları
Kanadında kadim sefir, kılıcını kuşanmış güvercinlerin

.Günün ışıltılı mintanının yakaları, neden bu kadar devrik?
.Bu emsalsiz muamma, Mihrimah Sultan'ın hayalleri mi?
Kir tutmayan anılar valize tebelleş olmuş
Dağları sıvazlayan Fatihin al elleri mi?
Bu, bir çift çeşm-i siyahın derinlere dalışı
Bu ceylan derisine çizilmiş, eşkalsiz harita
Aynalı taraktan, biçilen yelkene yansıyan mir'ad değilmi?

Enderun mektebinde, tescile gün sayan mükellef kelam
İsmini sayıklayan çekingen bir kaç harf; elif, sin, nun ve lam
Çala kalem yazılmış, son seyyahını uğurlayan menzildeki serencam
İhtiyar şairin yorgun kalemindeki sararmış duygular,
Mahcub duvaklara gönüllü vermiş beyazlığını
Ve hokkanın ucunda tedirgin bir kaside oluvermiş
Maviye meftun mürekkebin hüzünlü tazeliği
Ürpertiyi bileyen ilhamları es geçerek
Kendine kapadığı parantezleri bir bir aralıyor mısralar
Çamlıca'da dörtnala bir saltanatın manzumesi okunuyor
Müzayede aşkların yüksek ökçeleri, günahsız gözlerin elasına dokunuyor

Ah! neden bu hayalsizlik, neden bu gam siyahından ziyade?
Raconu makbul biletler kesiliyor,
Tükenmiş zamanların kağıt mendil satan gişelerinde
Hummalı bir sarı salkım büyümeye can atarken,
Sarnıcın mimar elleri , dağınık yağmurları düzenliyor lale bahçelerinde

II.
Surların kalbine gömülü iki kelime; Emir ve kan
Meşin sandukada saklı , eldeğmemiş bir sevda; `Emirgan`
Nar-ı beyza makamında, cezbelere gelmiş Tanzimat tekneleri
Kadırga limanında demirleyen, yeniçerilerin eski direnişleri
Metruk kasabalara şölen vaad eden izdiham gibi
Sevdalı bir mesele, şu Beyazıt meydanı
....Ve özlediği yere esmeyi düşleyen endamlı esinti
Hasret prangalarının, tozunu alan vedaların talibi
Ne zaman mayıs gelse, göğsü kabarır tarihin
Miadını doldurur iç huzuruyla, yediveren çiçekleri
Ödünç alınmış bir teselliye dönüşür birden ` Vefa`
`Üsküdar zuhali bir hevesle bağrını açmış
Nihai taaruzdan, emanet sırları taşıyan rüzgara

Müflis bezirganlarda, alıcısını bekleyen billur şamdan
Solgun karanfillerin, sokak lambasından dilediği ışık olsa
Her ilk bahar mevsimi erguvanlara kur yapan cemre
Nurbanu'dan yadigar bir cilve miydi yoksa?
Taksim, bir gardiyan edasıyla mitinglerin nabzını yoklar
Ellerimin çekingen çığlığında, hurda yığını sloganlar
Hanende küskün, akordu bozulmuş tanburda arbede güftesi
Kaç notaya meram anlattı ama nafile, namelerin çıkmadı sesi

Buruşuk saatlerde külhanbeyi gibi dolaşan akrep
Kanına dokunuyor Kuzguncuk'ta azadlı yegahların
Ustura tehdidinden bezgin şahdamar. aşinası değil
Misak-ı nakışta tenkid edilen ahların

El-vedaya hazır avuçlara misafir, tren pencereleri
Yola gelmiş vagonlara sermiş, mahur visallerini
Sirkeci'de hatmi çiçekleri neden hep kahırlı?
Acıya hükümlü yüreklerde her dem bin firak
Ayrılık sözlerine sığınmış, sinelerdeki infilak

Şafaktan sökülen ibrişim, ipek feracelere yaşmak olurken
Gülhane Parkında çiçekçi kız
Fecirden sağdığı umudu mayalıyor gözlerinde
Sözlerindeki incitilmişlik, ezdiği kum tanelerini eliyor zamanın süzgecinde

Ağırbaşlı hüzünlere mihman Aksaray'da
Asude geçiyor dudaklardan nedamet sözcükleri
Kibir bile başını eğerken, dizlerinin bağı çözülüyor ihanetin
.....Ve kimbilir kaçıncı kez gamzesinde donarken tebessüm, kaybolan yılların
Tiner kaçağı yarınlarda, sabrı tükeniyor inayetin

III.

Koltuğunun altındaki yeşil mushafı,
sımsıkı kavramış bir çocuğa dalıp giderken
Kehribar tesbihin tanelerinden daha hızlı dönüyor yıllar
Münzevi selvinin gölgesine ilişmiş ihtiyarın gözlerinde, bu mana var
Yüreğine can, dizine derman geliyor,
Şanlı zaferlerden kalma bir marşı mırıldanırken
Kimbilir hangi devrin yigidi, hangi ufukta sipahiydi bir zamanlar

Kimsesiz dervişlere müptela, kandili iliksiz ceketlerde söndüren ihtiras
Dergahtaki yelkovanda saat başı bir sela
İntikal kederini besteleyen Zincirlikuyu, başlıksız öykülerden miras

Daha inzivaya doymadan, hengameye garkoldu şilep
Köprünün ıslak topuğunda, dönülmez akşamların bitmeyen karanlığı
...Ansızın ve derinden
....Akıncı nidaları karışıyor, göçebe martıların çığlıklarına
Yağlı kızaklarda kimliksiz, inkişaf sergüzeşti
Ne izdüşümler gördü, saray gülşeninde kaybolan testi

Bir şey söyle artık , ey! ma-i sonsuzluk
Cesaret zengini serencamların, yosunlara çimenden bahseden nihavendine
Duvaksız uçurtmalar takılıp duruyor, yavuz dalgaların fedai kemendine

Alıngan hülyaları toparlıyor samyeli, fırtına yoksulu iskeleden
Ayasofya bezgin, tebdil-i muvazeneden

Semaver buharında çözülüyor, selvi boylu düşlerin düğümleri
Nazenin nefesiyle kuşatıyor nisan, çalgısız düğünleri
...ve Alnımızın yazgısı oluyor İstanbul sevdası
.....Her sabah yeniden içimize doğuyor
...............................................Ezelden beri
YİTİK ÖZNE




Windows Live Hotmail: Arkadaşlarınız Facebook'taki güncellemele

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder