21 Ocak 2012 Cumartesi


MAVİ DÜŞLERİN KIYISINDA

‘’Vurulan Gazze vurulan Türkiye vurulan İnsan(lık)!...’’


Deniz…
Özgürlüğün, mücadelenin, sabrın ve engin ufukların adı…
Hüznün, hırçınlığın, kızgınlık ve isyanın ismi…
Kimi zaman izleyenlerine tarifi imkânsız mutluluk esintileri sunan, yürek ufuklarında mavi çığırlar açan; günlük hayatın aldatıcı, yorucu koşturmacaları arasında insana en tatlı ruh dinginliklerini sunan, limanlardaki hüznü sevinç meltemlerine çeviren uçsuz bucaksız bir huzur menbaı…
Bazen de o soğuk yüzünü göstermekten hiç çekinmeyen, altındaki devasa uçurumları gizleyip maviliğiyle gözleri büyülüyen, üzerinde estirdiği korkunç fırtınalarla kendisine meydan okuyan nice yelkenlileri alabora eden, nice isimsiz kahramanı kefensiz dibine çeken koca bir muamma…
Mavi suların aynı zamanda ortaya çıkmamış birçok gizli hazineye beşiklik ettiğini biliyorsunuz herhalde…
Oluşumuna ve muhafazasına ev sahipliği ettiği sayısız mücevheri barındırır derinliklerinde…
Ay parçası inci taneleri, ebemkuşağından parlak mercanlar, eşsiz yakut taşları…
Uzun tarih yolculuğunda yolunu şaşırmış teknelerin, rotasını şaşırmış gemilerin ve sayısız deniz korsanlarının yitirdiklerini emanet almıştır bu devasa su birikintileri…
Denizin aldıklarını zaman zaman kâh ibret alınsın diye kâh insanlık utansın diye su yüzüne çıkardığı rastlanan bir durumdur.
Hani kibir ve inatta şeytanla yarışan Firavun var ya…
Asırlarca bu lanetli misafirine acı bir azapgâh olan Kızıldeniz, Rabbin emrinin gelmesiyle sularını kirleten zalimi biraz da insanlık çeksin diye kahrını zevkle uğurlamıştır kıyılarına...
Nuh’un zamanında da köpürmüştü dünya denizleri..
Her damla bir ırmağa her ırmak bir denize dönüşürken su boğuyordu isyankârları…
Hz. Musa’ya yol olan sular, Firavun ve avenesini edebi azaba uğurluyordu.
''Denizler yarılıp akıtıldığı vakit” (İntifar 82) tüm saklılar aşikâr olacaktır…''
Ortaçağ diye tanımlanan dönemde, 12-13. asırlarda pusulanın icadı, Coğrafya bilgilerinin artması ve ders kitaplarında geçtiği üzere efsane ve hurafelere prim vermeyen cesur denizcilerin yetişmesiyle artık korkusuz mesafelere yelkenler açılıyor, dünya; su üzerinde bir sağa bir sola yalpalanan bir küre haline dönüşüyordu adeta…
Artık gözle görülmeyen, yüreklere korku veren uzaklıklar kısalıyor, insanoğlu yaşadığı dünyayı yeniden keşfetmeye başlıyordu.
Her haliyle, içinde ve üzerinde barındırdığı hazinelerle, canlılarla, gelgitleriyle ve dahi acı ve tatlı suyu birbirinden ayıran keskin çizgileriyle denizler insanlık adına büyük bir mucize…
Derinlikleriyle insanda tefekküre kapılar açan, taşıdıklarıyla Rabbinin hikmetlerini haykıran, şaşılası intizam ve ölçüsüyle sularında sayısız ibretler barındıran bu koca su kütleleri maalesef günden güne kirlenmekte, kıyılarındaki kirliliklere acı bir şekilde tanıklık etmede.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Bakırköy’de sahile vurmuş üç genç bedenin hikayesi vardı günün gazetelerinde…
Hayatı anlama ve anlamlandırmaya çalışan, sahip oldukları tatlı hayallerle gelecekleri adına envai renkler seçmeye çabalayan üç genç…
Attıkları kulaçların kendilerini ölüme götürdüğünden habersiz yol alıyorlardı…
Her kulaç onları bir lahza daha kaçınılmaz sona yaklaştırıyordu.
Ve Marmara, kızgın bir annenin ufak bir suç işlemiş evladını kucağına basması gibi kucaklamıştı üç genci…
Deniz maviyken laciverte dönüşmüş, ardında kapkara olmuştu…
Kimse umursamıyordu ölümü…
Yerde yatan üç ceset insanları eğlencelerinden alıkoyamıyor, denize karşı gönüllerinde bir kızgınlık oluşturmuyordu..
İnsanın ne kadar da acelesi vardı eğlenmeye ki bir an için de olsa sabır gösteremiyordu bu acı gerçekle yüzleşmeye...
… Sanki sıra hiç gelmeyecekmiş gibi kendisine...!
Buraya kadar dikkatsizlik ve ölümün soğuk isminin zikredilmesinden sızan hüzün dışında olağan dışı bir durum yok gibi…
İşin insanı üzen ilginç ve acı tarafıysa gazetelerle örtülü üç bedenin hemen bir kaç metre uzağında hiç istifini bozmadan, ölümün o lezzetleri kaçıran poyrazlarına kapalı olan insanların neşe ve coşku içerisinde eğlenmelerine devam etmeleri...
Facia.. Büyük rezalet..!
Asıl üzücü olansa bu olay olsa gerek.. Polislerin bu vurdumduymaz kalabalığı dağıtana kadar devam eden kısa bir dram filmi insanlığın vicdanında sahnelenen…
Ve yine hepimizi son derece üzen, yüreklerimizi dağlayan çok daha büyük bir katliam…Denizin bizlere yaşattığı bir başka trajedi…
Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisinin sabaha doğru vurulması…
Aman Allah’ım! Firavun’dan daha zalim bu Yahudiler…
Lanetli kavim…
Nasıl da akbabalar gibi üşüştüler, mazlum bir halka yardım götürmekten başka amaç gütmeyen, torbalarında erzak taşıyan, babasız annesiz öksüz Filistin çocuklarına oyuncak götüren, yükü sadece insanlık ve sevgi olan bu gemilere…
Saldırdılar necis elleriyle, yaralı yüreklere kardeşlik merhemi taşıyan kutlu seçilmişlere...
Müslümanlar ölülerini sayarken, esirlerinin akıbetlerini canhıraş öğrenmeye çalışırken, Tel Aviv sokaklarında kutlamalar yapılıyor, bayram şölenleri düzenleniyordu…


Ve insanlık bir kez daha vuruluyordu yüreğinin en derininden…
Emrullah CAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder